Sağlıklı Ebeveynlik ve Mutlu Çocuk Yetiştirme Reçetesi

Sağlıklı Ebeveynlik ve Mutlu Çocuk Yetiştirme Reçetesi

Uykucular Podcast'in 5. konuğu Uzman Doktor Eda Uslu! Kendisiyle sağlıklı ebeveynlikten çocuklar ve yetişkinlerde uyku sağlığına kadar birçok konuya değindik. Yıllarca tıp doktoru olarak çalışan ve Türkiye'deki sayılı uyku laboratuvarlarından birinin kurucusu olan Eda Hanım, çok önemli deneyimlerini de bizimle paylaştı. Hatta sağlıklı ve mutlu çocuk yetiştirmenin reçetesini bile verdi. Sakın kaçırmayın!

Dinlemek için: Uykucular Podcast

Peki, Uykucular Podcast'in 5. Bölümünde Neler Konuşuldu?

Eda: Yapmadan güne başladığımda ben olayları gelişine yaşıyorum. Bir şey oluyor. Ben ona tepki gösteriyorum. Bir şey geliyor. Hop karşılık veriyorum. Ve ben hiçbir şeyin kontrolünde değilim. Ama dedi sabah ben oturup Mindfulness meditasyonumu yaptığımda, saçımı taramak gibi bu dedi. O zaman gün benim kontrolümde geçiyor.

Sylwia: Herkese merhaba. Uykucular podcastine hoş geldiniz. Ben Sylwia Regulska Güney. Hayatını uykuya ve iyi yaşamaya adamış bir girişimciyim. Sevgili dostlar, birçoğumuz bebeklikten hatta anne baba olduktan sonra uyku problemleri çekmeye başlıyoruz. İşte tam bunun için buradayız. Peki bu podcast serisinde ne var? Bu podcast serimizde neden uyuyamıyoruz? Uyku ile ilgili tavsiyeler, beslenmenin uyku ile alakası, gibi gibi uyku hakkında aklınıza gelen her sorunun cevabı var. Bu podcastte suçluyu bulacağız ve daha kaliteli uyku ve süper bir hayat için uzmanlarla beraber cevapları arayacağız. Keyifli dinlemeler.

Sylwia: Bu Podcast’in hayat bulmasını sağlayan ve bugüne kadar elli binden fazla ailenin uyumasını sağlayan Budizzz’e teşekkürler. Budizzz uyku arkadaşı bebeklerin yüzde sekseni beş dakika içerisinde uyutturuyor ve anne babalara bol bol kişisel zaman hediye ediyor.

Sylwia: O zaman gelelim bugünün konusuna. Uyku konusunda Türkiye'de de giderek, bilinçleniyoruz. Ancak söz konusu uykudan neler oldu ya da bütünsel sağlığımıza etkisi olduğunda her şey hala bir sır gibi.

Sylwia: Bu nedenle bugün aramızda Uzman Doktor Eda Uslu var. Uzun yıllar tıp doktoru olarak çalıştıktan ve Türkiye'nin akredite Uyku laboratuvarımızdan birini kuran Doktor Eda uykunun üzerindeki perdesine kaldırmamıza yardımcı olacak. Öncelikle hoş geldiniz Eda Hanım, nasılsınız?

Eda: Hoş buldum, iyiyim. Siz nasılsınız?

Sylwia: Çok iyiyim, çok sağ ol. Şimdi kendi konuklarımızla kısaca tanıtabilir misiniz?

Eda: Tabii ben Doktor Eda Uslu. Göğüs hastalıkları uzmanıyım. Uyku bozuklukları üst uzmanlığım var. On beş yıl doktorluk yaptım. 2013 yılından beri de sadece Mindfulness eğitmenliği yapıyorum ve profesyonel koçluk yapıyorum. Çeşitli üniversitelerde Mindfulness dersleri veriyorum. Türkiye’de ve dünyanın çeşitli ülkelerinde kurumlarla çalışıyorum. Kurum çalışanlarına Mindfulness temelli eğitimler veriyorum. Odaklanmak, performans artışı, stresi yönetmekle ilgili. Çocuklarla çalışıyorum. Amerika ve İngiltere için iki ayrı kuruluşun eğitmeniyim. Altı yaşından itibaren çocuklara Mindfulness öğretiyorum. Bunu konuşmamıştık.

Sylwia: Evet. Uykucular siz bilmiyorsunuz. Biz geçen hafta bir tanışma esnasında kısa sohbet gerçekleştirdik. Ama bunu konuşmamıştık. Benim yüzümü şuan göremiyorsunuz ama bu bilgiden sonra gözlerimin içi parlıyor. Benim ilk sorum şu: Tıp eğitiminden sonra Mindfulness eğitimine nasıl geçiş yaptınız? Çünkü bunun gerçekten zor bir karar olduğunu düşünüyorum.

Eda: Kolay değil ve sonuçta böyle oldu. Süreç belki öyle getirdi. Benim içimden geldiğim bağlam insanlara yardımcı olmaktı. İnsanlara yardım etmekti. Bunu Tıp doktoru olarak çok uzun yıllar gerçekleştirdim. Bir de bütüncül yaklaşan birisi olarak tüm tıp bilgimi, tüm bilimsel altyapımı bir de burada kullanmak istedim. Mindfulness ve Koçlu Teknikleri bu konuda çok yardımcı oldu bana. Bu sayede de binlerce kişiye ulaştım dünyanın her yerinde. Hala da çalışmaya devam ediyorum. Güzel oldu.

Sylwia: Çok sevindim. Çünkü gördüğüm kadar işinizi tutkuyla yapıyorsunuz. Mindfulness eğitmesiniz ancak ben size uyku ile bir soru sormak istiyorum. Dün akşam uyku ile alakalı bir derse katıldım. Biliyorsunuz ki ben uyku sistemime çok fazla dikkat ediyorum. Çünkü uyku hijyenimi oldukça önemsiyorum. Uyku hijyeni konusunu birazdan da konuşuruz. Ben normalde dokuz buçuk on arası uyuyorum. Ancak eğitimim dokuz buçukta başladı ve saat on iki buçukta bitti. Bu sabah her zamanki saat 6 da uyandım ancak bu bana yeterli olmadı, hala kendime gelemedim. Bunun sebebini açıklayabilir misiniz? Uyku ve uyku rutinler veya uyku hijyeni neden bu kadar önemli? Ve bize nasıl destekliyor? Bunu biraz bizlere açıklayabilir misiniz?

Eda: Çok basit ve çok anlaşılır anlatacağım bunları. Bugünkü podcastte de öyle bilgiler vereceğim. Çünkü bilimsel bir sürü veriler de vermem mümkün ancak kimseyi sıkmayalım. Herkes podcasti, farklı farklı işler yaparken dinliyor genellikle. Akılda kalsın. Uyku neden önemli. Çünkü beden uykuda dinleniyor, yenileniyor. Beyin uykuda tüm gün boyunca öğrendiklerimizi bir kere böyle bir dosyalıyor, yerleştiriyor. Hafıza sistemi, tam olarak oturuyor. Tüm vücut fonksiyonları böyle tam bir yenileme yapılandırma gerekiyorsa kendini tamir etme sürecinden geçiyor. O yüzden çok önemli. Yani telefonlarımız bizim hani artık böyle beşinci uzvumuz falan ya, telefonları şarja koyuyoruz. Her akşam neredeyse. Hani yatakken tüm gün rahat rahat kullanabilelim. Hani hiç eksiksiz kullanabilelim diye. Uykuda bizim kendimizi şarja alma kısmımız diye düşünebiliriz. Fizyolojik olarak kendimizi şarja aldığımız dönem. Şimdi hani telefonlarında pili uzun dayansın diye diyorlar ya belirli bir süre, şarjda kalması lazım. Zırt bir takıp çıkarmayalım diye. Bizim de en ideal sürede, en ideal şekilde vücut fonksiyonlarımızın çalışabilmesi için belirli bir saat uyku uyumamız lazım. Belirli bir zaman aralığında uykuda olmamız gerekiyor Bu beden böyle tasarlanmış. En başta.

Eda: Şimdi yıl iki bin yirmi iki bitiyor. Yirmi üç geliyor. Bu fizyolojik tasarlanmış şeyler tabii çok değişiyor. Ancak uyku saatinden ödü ödün vermemek gerçekten çok kıymetli. Mesela akşam en geç on birde uykuda olmak uykuya dalmış olmak lazım. Beden çalışsın diye. Ve sabah da işte yaz kış değişiyor ancak böyle minimum beşe kadar on birle beş arasında uykuda geçirmek. Bedenin fizyolojik çalışması için çok önemli. Bedenin kendi tamir mekanizmalarını devreye sokabilmesi için çok kıymetli bunlar. Sindirim çalışsın. Endokrin sistem çalışsın. Beyin kendini yenileyebilsin, bir dinlenebilsin. Dinlenmek en az çalışmak kadar önemli.

Sylwia: Tamam. Bu söylediklerin içimi ferahlattı. Instagram postu olarak “Kendini sarj et.” Temalı bir postu gözümün önüne getirdim. İnsanların da sarj edilmeye ihtiyacı oluyor sonuçta.

Eda: Aynen. Evet beraber yapalım postu.

Sylwia: Telefonu sarja takmak konusunda dikkatle davranıyoruz ancak kendi bedenimizi uyku ile sarj etmeyi bu kadar da önemsemiyoruz.

Eda: Tabii şu çok enteresan mesela. Uykumuz geliyor aslında. Şimdi uykusuzluk çeken insanlarla da çok çalıştım. Aslında belirli bir saat aralığında mesela dokuz on gibi bir uyku çöküyor. Ayrıntılı hikaye aldığımda bunu anlatıyor başvuranlar. Ancak dokuzda yatılır mı? On. Yok canım mümkün değil. Biraz daha dayanayım dişimi sıkayım. On iki olsun bari. Bir şeyler yapayım. O bir şeyler de telefonda bir şeyler yapayım. Bilgisayarda bir şeyler yapayım, mail, iş. Zaten pandemiyle her şey karman çorman oldu. İşte televizyona bakayım. Olmadı Netflix yok Disney+ da gelmiş. İşte yani böyle reklam mı aldık bilmiyorum ama. İşte bunlara da bakayım dediğimizde uykuyu öteliyoruz. Hani ne yapmak için neyi yapmak için? Çok mantıksız değil mi? Hani bunu düşününce ancak zaman zaman hepimiz yapıyoruz. Yani şunu gözlemledim çok net olarak insanın kendine iyi gelenden kaçınmak gibi bir eğilimi var. Çok ilginç değil mi?

Sylwia: Çok.

Eda: Yani mesela mindfulness öğretirken öğrencilerim diyorlar ki meditasyon yapmak çok iyi geliyor. Çok iyi hissediyorum. Ama dur ya sonra yaparım. Biraz sonra da akşam yaparım. Aman uykum geldi yatayım. Ay yok şu dizinin yeni bölümü gelmiş. Onu izleyeyim. Maillerime bakayım. Instagram'da geçireyim on beş dakika da, Mindfulness pratiğimi yapacağım. Aaa! Unuttum. Hadi yarın.

Sylwia: Beş dakika bile yeter. Değil mi? İnsanlar bunu böyle düşünemiyorlar ne yazık ki.

Eda: Tabii ki. Çünkü şöyle bir şey var. Bizim beynimiz atalarımızdan miras. Hep böyle olumsuza odaklanmaya meyilli. Çünkü hayatta kalması gerekiyor. Düşüncelerimizin yüzde yetmişi olumsuz, negativite BAYS var, olumsuzluğa yatkınız. Bunun sebebi de çok temel. Hayatta kalmak. Olumsuzu görsün, kötü olanı görsün, A planı, B planı, Z planı nereye giderse. Ama iyi olan böyle teflon tavadaki hani yumurta böyle kayar ya. Iyi olanlar da öyle gidiyor. Öbürleri de hani cırtlı şeyler vardır ya çantalar falan. Elini sokarsın hop o kazağın, Kolun üstün gider böyle her şeyi yapışır. Kötü olanlarda böyle cırt şeklinde. Hep hep hep hep onları yakalıyoruz, görüyoruz. Beyin bu şekilde çalışıyor. Makine böyle. O yüzden o kadar güçlü ki bu kaslar öbür tarafı güçlendirmeye ihtiyacımız var.

Sylwia: Evet nasıl güçlendirebiliriz?

Eda: Bir kere bunu yapmaya karar vererek ve bunda sebat ederek. Yani günde beş dakika da olsa ben bunu yapacağım. Çünkü bana iyi geliyor diyerek ve bunu sabırla devam ettirmek. Bir de nezaketle anlayışla devam ettirmek. Yani belki kendimize bir bağlam bulmak, bunu yapıyorum çünkü.. gibi. Bir şirketin lider grubuna mindfulness eğitimleri veriyordum. İşte on beş günde bir buluşuyoruz birkaç ay boyunca. Bir tane katılımcı bir sabah dedi ki böyle dördüncü beşinci oturum herhalde. Genelde de sessiz, konuşmalara pek katılmayan birisi.

Sylwia: Hı hı. Demek ki içinde bir yere dokundunuz.

Eda: Dedi ki ben her sabah yapıyorum dedi pratiklerimi. Hiç beklemiyorum. Çünkü bunca hafta hiç konuşmamış. Peki dedim. Yapıyorum çünkü dedi. Yapmadan güne başladığımda ben olayları gelişime yaşıyorum. Bir şey oluyor, ben ona tepki gösteriyorum. Bir şey geliyor, hop karşılık veriyorum. Ve ben hiçbir şeyin kontrolünde değilim.

Sylwia: Hı hı.

Eda: Ama dedi sabah ben oturup ben mindfulness meditasyonumu yaptığımda saçımı taramak gibi bir şey bu dedi. O zaman gün benim kontrolümde geçiyor.

Sylwia: Çok güzel bir şey söylemiş.

Eda: Kesinlikle. Biz de bunu istemiyor muyuz aslında?

Sylwia: Tabii ki istiyoruz. Ben başka bir şey sormak istiyorum. Çünkü ben geçen sefer ne fark ettim biliyo musun? Geçenlerde bir köpek sahiplendim. Her sabah birlikte ormana gitmeye başladık. Çünkü çok enerjik ve enerjisini atmak için birlikte yürüyüşe çıkıyoruz. Tabii ki ben de biraz enerjik bir insanım, o yüzden hem kendi hem de köpeğin enerjisini atmak için birlikte yürüyüşe çıkıyoruz. Aslında çalıştığım için pek fazla vaktim yok. Bu yüzden çok erken gidiyorum. Saat 7 gibi ormanda oluyoruz. Yürüyüşe çıktıktan sonra akşamları çok iyi uyuduğumu farkettim. İlerleyen zamanlarda da uyku sistemimizi düzene koymak için sabah güneşini almamız gerektiğini okudum bir yerde. Bu durumu sana da sormak istiyorum. Doğru mu bu bilgi? Kendimizi nasıl reset etmemiz lazım.

Eda: Aslında bundan bahsetmeye çalıştım. Az önce de hani artık 2020 li yıllarda dayız derken bizim bedenimizin çalışma şekli gerçekten güneş ışığıyla çalışıyor. Yani güneşle beraber ayakta olup çalışmak ve de güneş battıktan sonra da karanlıkta olup dinlenmek üzerine ve kışın bağışıklık sistemini güçlü kılabilmek için daha uzun süre dinlenmeye ihtiyacımız var. Geceler de uzun zaten ekranlar bu kadar çok ekranda kalmak, bunu tamamen olumsuz etkiliyor. Aslında bedenin fonksiyonlarını. Yani bu kadar çok bu kadar farklı, bu kadar otoimmün hastalık bu kadar kronik hastalık olması. Hani tıp bu kadar gelişmişken ne bileyim? Sağlık sektörü bu kadar gelişmişken, teknoloji bu kadar gelişmişken mantıksız gibi geliyor değil mi? Sanki birbirlerini böyle zıt olarak etkiliyorlar gibi. Ancak böyle bir gerçek var. Şimdi iyi bir uyku aslında sabah uyandığımız anda başlıyor. Çok ilginç yani. Uyandığımız anda şöyle bir camı açıp temiz hava almak mümkünse dışarı çıkmak, ormana gitmek şahane. Tabii ki olabildiğince güneş ışığından faydalanmak. Çünkü beden için çok faydalı tüm hormonal aksı devreye sokuyor. Bu sirkadiyen ritim dediğimiz zaten bu kendi ritminde çalışıyor beden. Biz hiç dokunmasa o zaten kendi işini hallediyor. Hareket etmek mümkünse temiz havada yani kısa bir hareket de olabilir ancak belirli şekilde hareket edebilmek, bedeni çalıştırmak, bedeni güzel şeylerle beslemek.

Sylwia: O da var.

Eda: Kesinlikle, o da var. Bunların hepsi bir bütün yediklerimiz, içtiklerimiz. Çayı kahveyi mesela öğleden sonra tüketmemek ikiden üçten sonra. Çünkü bunların yarılanma ömrü uzun. Ve öğleden sonra ikiden sonra hadi üçten sonra tükettiğimiz çay kahve bizim gece uykunuzun kalitesini bozuyor.

Sylwia: Senin dediğin bu durumu farketmiştim. Mesela bir yere akşam yemeğe gittikten sonra herkes türk kahvesi içiyor. Ancak ben içmiyorum. Çünkü içersem sabaha kadar uyuyamayacağım. Bu durumun çok farkındayım.

Eda: Zaten akşam yemeğe gittiğimizde ağır da yiyoruz. Belki normalde alışık olduğumuzdan ağır yiyoruz. Bazen içki de içiliyor, içki de uykunun kalitesini bozuyor. Sigara, uykunun kalitesini bozuyor. Derin uyku dediğimiz, uykunun üçüncü evreye kalitesini etkiliyor. Gündüz çalıştığımız için biz de akşamları sosyalleşebiliyoruz. Ağır yemekler üzerine kahveler işte hadi türk kahvesi olmadı bir espresso alayım şeklinde çaylar da gelsin. Onlar da şirketten ondan sonra ben neden uyuyamıyorum. Hani nasıl uyuyabilirsin? Hadi bir kere uyudun. Hadi 3 kere uyudun. Ancak bunlar sık sık olduğunda bunlar bir rutin haline geldiğinde uyku kalitesi etkileniyor.

Sylwia: Peki o zaman düzenli bir uyku her şeyi etkileyebilir diyebilir miyiz? Yani gün içerisinde ne yapmamız lazım? Akşamları daha kaliteli uyumak için neler yapmalıyız?

Eda: Kesinlikle yani her şey bütüncül ve mucizevi bir şey yok.

Sylwia: Biliyorum. Ona da geleceğiz çünkü biz anneler olarak gerçekten mükemmel olmayı çok seviyoruz. Bu konuya da geleceğim ancak bundan önce bir tane daha sorum var. Budizzz’de sadece beyaz gürültü var ama ışık yok ve geçen sefer annelerden şöyle bir yanıt aldım: “Sylwia, ben bir yerde okudum, kırmızı ışık uyku önceki çok iyi geliyormuş. Melatonin üretimine yardımcı oluyormuş. Melatoninin sağlanmasını destelemek için sen bu ışığı Budizzz’e koyabilir misin?” Şimdi gelelim benim soruma. Karanlıkta, kırmızı bir ışık yanarken nasıl uyuyabiliriz? Sence verilen bu bilgi doğru mu?

Eda: İdeal uyku karanlıkta olmalı. Mümkünse hiçbir ışığın olmadığı bir ortamda. Eğer evin yakınlarında pencereden giren sokak lambası ya da ne bileyim çok böyle aracın geçtiği bir yerde isek karartma perdeleri kullanabiliriz. Şimdi akıllı evlerde mesela prizler var ve minicik led ışıklar veriyor. Onları bile bir şekilde uyumadan önce kapatabiliyor olmak ne bileyim stickerları olur ya da bir örtü herhangi bir şey insan çözüm rahat bulabiliyor. Tabii bu şu demek, hani yatak odasında televizyon çok gereksiz bir şey?

Sylwia: Çok iyi bir örnek, çünkü neler görüyorum. Bizim tabii ki yatak odasında hiçbir ışık yok. Tabii ki perdeler kapalı ve etraf karanlık. Ancak bir otele gidersek yatağın tam karşısında bir televizyon var. Bir de televizyonda kırmızı bir nokta var. Ben buna şöyle bir çözüm buldum. Her yerde. Sarı postitleri neredeye gidersem götürüyorum. Bu tarz ışıkları da postitler ile kapatıyorum.

Eda: Çok mantıklı.

Sylwia: Çünkü bu ışıklar eşimi de çok rahatsız ediyor.

Eda: Çok mantıklı.Mümkünse hiçbir ışık olmadan. Buna alışmak ve buna alıştırmak mümkün. Aslında doğalımız bu. Ve hani dönem dönem insanın ışığa ihtiyacı olabilir küçük çocukların belki. Korkuları olabilir, dönemsel olarak, geçiş dönemlerinde birtakım kaygı olabilir. Tabii ki yumuşak hafif bir ışık olabilir. Ancak kırmızı yine de çok keskin. O yumuşak ışık zaman içerisinde o geçici dönem geçtikten sonra yine tam bir karanlığa geçmek mümkün.

Sylwia: Hı hı.

Eda: Çünkü sağlık için çok kıymetli. Bir de ekranlardan çok kısaca bahsedeceğim. Şimdi çok radikal bir şey söyleyeceğim. Yatak odasında, televizyon olmasın dedim ya. Uyumadan iki üç saat önce ekranlarla ilişkimizi sonlandırmaya ihtiyacımız var. İyi bir uyku için. Bu bizim hiç yapmadığımız genellikle.

Sylwia: Aslında ben bunu yapıyorum. Nasıl yapıyorum biliyor musunuz? Benim telefonum otomatik olarak sekiz buçukta yani uyku moduna geçiyor. Ancak ben biraz daha bunun dozunu artırıyorum. O saatlerde birileri beni arayabilir diye telefonumu uçak moduna alıyorum. Bazı arkadaşlar bana ulaşamadığında şikâyet ediyor. Bazen eşim de bana telefondan bir şey göstermek istiyor ancak ben ekrana bakmak dahi istemiyorum. Çünkü alıştım artık. Çok komik bir anımız da var. Bartu’ya telefon almıştık. Tabii ki çok sınırlı kullanıyor. Gece yatmadan alarmını kuruyor, onun sesiyle uyanıyor. Bir keresinde unutmuş kurmayı. Gece yatmadan telefonu bana getirdi ve şöyle söyledi: “Aa unuttum sen ekrana bakmıyorsun bu saatlerde.” dedi.

Eda: Aa güzel bir anı.

Sylwia: Ondan sonra telefonu babasına götürdü. Yani artık bu ekrana bakmama mevzusuna Bartu da alıştı. Bir de yayın esnasında çok önemli bir şey söylediniz. Çünkü bu ekranlar her yerde. Tabletler, telefonlar, televizyonlar her yerde. Peki televizyon ekranları da telefon ekranları kadar zararlı mı?

Eda: Evet, zararlı. Biz şimdi rahatlamak için böyle televizyon izliyoruz. İşte ne bileyim? Maç seyretmek olabilir. Bir dizi olabilir. Hani orada dönsün de benim de kafam boşalsın diye. Ancak o gelen ışık ya hep şunu hatırlayalım. Bizim fizyolojik doğal bedenin çalışma hali güneş ışığıyla çalışıyor. Hadi maksimum ateş falan böyle temel şeylerle yani o mum ışığı falan böyle daha yumuşak daha tetiklemeyecek gibi bizim sinirlerimizi, algılarımızı, ardından keşfedilen bu yapay ışıklar ve bunlara sürekli maruz kalıyor olmak, bedenin normal fonksiyonlarını bozuyor. Ha hiç mi olmayacak. Tabii kontrollü olarak olabilir. Benim bahsettiğim ideal olanlar. Bilimsel olarak önerilenler tavsiye edilenler. Tabii ki karar kişinindir. Yetişkin olmak zaten seçim yapmak, sonra da seçimlerimizin sorumluluğunu almak demektir.

Sylwia: Tamam. Demek sorumluluk bizde, duydunuz mu? Bir şey daha sormak istiyorum çünkü geçen sefer konuşmuştuk. Siz mesela çocuğunuzun daha rahat uyuması neler yapıyorsunuz. Kızınız okuldan geldiğinde ona neler soruyordunuz?

Eda: Anaokulunda mı?

Sylwia: Evet.

Eda: Yani bizim en temel sorduğumuz soru şeydi. Benim eşim çocuk üroloğu.

Sylwia: Hı hı.

Eda: Ben uyku uzmanıyım. Uyku laboratuvarı çalıştırıyordum, o zamanlar. Okulda öğlen uyudun mu? Ne kadar uyudun? Bir de su içtin mi? Çiş yaptın mı? Kaç kere yaptın ve ne kadar su içtin?

Sylwia: Bu su ve çiş soruları bana çok ilginç geldi. Çünkü biliyorsunuz genellikle anneler çocuklarına: “Ne yedin? Ne kadar yedin?” Gibi sorular soruyorlar. Peki su ve çişe ilişkin sorular neden bu kadar önemli?

Eda: Çünkü bedenin çalışması için belirli bir miktarda su alması lazım. Hani bedenin üçte ikisi diyebiliriz kabaca. Her şeyin normal fonksiyonunda çalışabilmesi için suya ihtiyacı var. Bunu dışarıdan alıyoruz. Ve su içtikçe böbrekler çalışıyor. Tabii ki böbreklerin çalışması demek. Tuvalete geçiş yapıyor olmak demek. Sonuçta bunlar birbiriyle böyle bağlantılı şeyler. Bizde çoğunlukla gördüğüm ve de eşimin uzmanlığı nedeniyle hani daha fazla aşina olduğum şey dışarıda mesela çocukların tuvalete gitmemesidir. Sadece evde tuvalete gitmesi gibi bir şey var. O kadar sağlıksız ki. Yani herhangi bir tuvalette hijyen sağlamayı mümkün kılmak gayet olası. Anne olarak bunu öğretebiliriz. Ve her yerde tuvalete gidebilir ki suyunu da içebilir. Çiş tutmak dışarıda tuvalete gitmemekten çok daha sağlıksız bir şey beden için. Ya bunlar refleksler. Yani nefes almak gibi. Böyle uykun geldiğinde uyumak, karnın acıktığında yemek yemek, ne bileyim, çişin geldiğinde yapmak. Bunlar çok temel, bedensel ihtiyaçlar.

Sylwia: Yani demek ki kendimizi dinlemeyi öğrenmemiz lazım.

Eda: Aynen öyle. Kendimizi dinlemeyi öğrenmemiz lazım. Beden farkındalığı çok kıymetli. Mindfulness'da ilk önce bununla başlıyoruz. Çocuklarla da bununla başlıyoruz aslında. Çocuklara öğretirken de bununla başlıyoruz. Beden farkındalığı çok önemli. Biraz fırsat versek beden zaten bize her şeyi söylüyor.

Sylwia: Şimdi bu mindfulness'a geçmek istiyorum. Çünkü biliyorum ki siz ebeveynlere bu konuya ilişkin farkındalık eğitimleri de verdiniz. Peki farkındalık sahibi ebeveyn nasıl oluyor? Buna ilişkin Polonya’da bir kursa katıldım. Aradaki saat farkı sebebiyle uykusuzum. Dün çok geç uyudum. Peki şuan da anneler durumun farkında, mükemmel olmaya çalışıyoruz ancak biz de insanız. Peki farkında ebeveynlik tanımını nasıl açıklarsınız bizlere? Sizden bu konuya ilişkin destek istiyorum.

Eda: Bir kere mindfulness kişinin kendisinin farkında olmasıyla başlıyor ilk önce. Kendimizle çok bağımızı koparmış şekilde yaşıyoruz, hayatım.

Sylwia: Hı hı.

Eda: Yani kafamızda bir imge var. İdeal bir imge. İşte bu çocukken gördüklerimiz, duyduklarımızdan etkilenmiş olabiliriz. Dışarıda gördüklerimizden işte ekranlardan magazin, sosyal medya, basın bunlardan etkileniyor olabiliriz. Kafamızda bir takım idealler olabilir. Bir de gerçek dünya var. Bir de biz varız. Hele anne olunca hani bir şey geliyor. Kullanma kılavuzu yok. Yok değil mi? Yani neredeyse böyle. Eve en basit kettle alsak kullanma kılavuzu var sayfalarca. Halbuki takıyorsun fişe suyu koyuyorsun, basıyorsun düğmeye. Koskoca bir çocuk geliyor dünyaya, insanın bütün hayatını değiştirecekmiş bir şey ama kullanma kılavuzu yok. Bir de hani birkaç çocuk birkaç farklı dünya. Bir de daha çok çocuklu anne babalar için daha da böyle karmaşık bir şey. Hani bir öncekinde yaptım. Bir sonrakinde işe yaramıyor. Kendinin farkında olmak şu demek. Bir kere bu söylediğim: “nasıl olur bu?” gibi şaşkınlıkla karşılanabilir? Ancak önemli olan ve öncelikli olan annenin iyi olması, mutlu olması, annenin sağlıklı olması.

Sylwia: Ben mesela şunu çok iyi hatırlıyorum. Ben Budizzz’i aslında anneleri desteklemek için yaptım. Çocukları rahatça uyusun ve annelere biraz daha vakit kalsın diye. Eskiden çocuk köyün içinde rahatlıkla büyüyordu ve herkesin desteği vardı. Şuanki zamanda anneler çok yalnız kaldı.

Eda: Evet, aynen.

Sylwia: Aileler genellikle uzakta yaşıyorlar. Ya da kimse bize destek olmuyor. Söylediğiniz gibi kullanma kılavuzu da yok.

Eda: Bir de çok mükemmeliyetçiyiz. Yani her şeyi ben yapacağım. Ben yapabilirim. Ben güçlüyüm. Becerikliyim. Yetenekliyim. Bu da çok hırpalayıcı.

Sylwia: Hı hı.

Eda: Yardım istemek, destek almak daha güçlü bir şey aslında.

Sylwia: Hı hı. Doğru söylüyorsunuz. Yani ben mesela kendimden örnek verecek olursam, Bartu Tunus'ta doğdu. Benim Ailem Polonya'da. Eşimin ailesi Türkiye'de. Biz tek başımız kaldık. Söylediğiniz gibi yani bir çocuğu bize vermişler, eve göndermişler. Bu sefer eve döndük ve çocuğa bakıyoruz. Şimdi ne yapabiliriz? Ben bilmiyorum, eşim de bilmiyor. Yani zor bir dönem geçirdik. Aynı zamanda ikimiz de çalışıyorduk. Tunus’ta kısa bir çalışma dönemimiz vardı ve ben bir ay sonra işi döndüm. Bir tane Afrikalı bir bakıcımız vardı. Mali’den gelmişti ve Bartu’ya o bakıyordu. Bir de aynı zamanda mükemmel bir anne olmaya çalışıyorsun ama bi taraftan da suçluluk hissediyorsun. Çünkü çocuğuna bir başkası bakıyor. Aynı zamanda uykusuz kalıyorsun. O dönem eşler de uykusuz oluyor ve ister istemez tartışma yaşanıyor. Şöyle bir şey okudum, yüzde altmış yedi çiftlerde ilk bebekten sonra ilişki şoku yaşıyorlar. Muhtemelen, uykusuzluktan ve bir de bu mükemmel olmayı istemekten kaynaklanıyor. Peki biz bunu nasıl çözebiliriz.

Eda: Bütün dengeler değişiyor tabii. Yani bir anda böyle iki kişilik bir ilişki varken çocukla beraber üç kişilik bir ilişkiye dönüşüyor. Kısa bir süre bakım verene çok ihtiyacı olduğu için bebeğin, ilişkinin natürü değişiyor, öncelik değişiyor. Zaten uykusuzluk böyle. Hani dün gece siz eğitimden dolayı geç yatmışsınız ve kısa uyumuşsunuz. Benim canlı yayınım vardı. Ben o yüzden geç yattım. Kısa uyudum. Hafıza etkileniyor. En kısa hani etkisi uykusuzluğun. Konsantrasyon etkileniyor. Böyle bir verim azalıyor. Ama genellikle ne yapıyoruz? Biz ertesi gün daha erken yatıp, daha uzun uyuyarak hafta sonu telafi ederek bunu böyle bir dengeye getirmeye çalışıyoruz. E şimdi bebek küçükken mümkün değil bu. Çünkü belirli bir süre beslenmeye ihtiyacı var. Altı değişecek. Temel fizyolojik ihtiyaçlar. Bunu da anne yapacak ve de baba yapacak. E tabii uyku bölünüyor, uyku kalitesi bozuluyor. Uzun süreli olduğunda bu ki oluyor genellikle. Bu fizyolojik etkiler modu da etkiliyor. Bizim kendimizi iyi hissetme halimizi de tabii ki etkiliyor. Ve bunlar çok konuşulmuyor. Bunlar belki yeni yeni konuşulmaya başlandı. Bir de tüm bu hormonların hamilelik döneminde böyle pik yapan hormonların bir bebeğin çıkmasıyla beraber aşağıya inişi var. Bir çökme var ve bunlar bir yükseldi. Bir alçaldı. Süt vermeyle beraber hani bebeğe süt verilsin ya da verilmesin. Yine de bedenin doğal olarak salgıladığı hormonlar var. Bunlar kadının tüm ruhsal durumunu etkiliyor. Gebelik sonrası depresyon diye bir şey var. Bu da yeni yeni konuşulmaya başlandı. Ancak öyle bir annelik resmi sunulmuş ki işte pembe kurdeleler, makyajlar, bebek kucakta fotoğraflar.

Sylwia: Instagram değil mi?

Eda: Sosyal Medya aynen öyle. Sanki ideali buymuş ve bu olmalıymış gibi. Tamam o olsun ama o beş dakika. Günün geri kalan yirmi üç saat elli beş dakikası var. Ağlamalar yetersizlik hissi doyurmaya çalışmak oldu mu olmadı mı kaka yaptı mı bez ne olacak? Ya bir sürü bir şey var arkasında. Bunlar da yeni yeni konuşulmaya başlandı. Dilerim daha çok konuşulur.

Sylwia: Peki buna mindfulness'ta bir çözüm üretebilir mi?

Eda: Tabi ki, yani çözüm değil ve mucizevi bir şey değil. Ancak şu oluyor. Benim dinlenmeye ihtiyacım var. Anneler bu durumda benzer şeyi hissediyor. Bu sadece benim başıma gelmiyor. Ben yetersiz değilim. Elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Kendime de bakmaya ihtiyacım var. Bu şu demek. Eğer varsa annelerden yardım istemek mesela. Eğer varsa yakınlardan yardım istemek eskiden gerçekten bir çocuğu büyütmek için, yetiştirmek için koca bir köy gerekiyormuş. Şimdi yok. Profesyonel destek almak belki bakıcıdan yani bu tarz şeylerden ya da belki oyun grupları, kreşler, biz iyi olmadan ailede kimse iyi olmuyor.

Sylwia: Ama orada da şu var. Mesela bu böyle ben daha iyiyim çünkü benim çocuğum bunu yapıyor, bunu yapıyor falan. Bence biraz iyi bu kadınların arasında biraz bu böyle bu yetersizlikten biraz rekabet çıkıyor. Yani gösteririm ben daha iyiyim falan. Onu yani bu mesela ben geçen sefer neyi fark ettim biliyor musun? Ben bu mindfulness kursu mayıs ayında başladım gibi. Bir de Bir de ona o bu farkındalık ebeveyn. O aslında bu çocuk alakası çok pek çok yok. Yani kendin için çalışıyorsun. Öğrettikleri yani onu silmeye veya düzenlemeye çalışıyoruz. Bir de yani geçen sefer hani bu şunu fark ettim. Mesela şu anda böyle bir eskiden biraz daha hırslıyım. Şu anda beni ne mutlu ediyor onu yapmak istiyorum. Daha fazla kendime odaklıyorum mesela ihtiyaçlarımı duymaya çalışıyorum. “Mükemmel” aslında böyle bir kelime yok artık kalmamış gibi. Çünkü muhtemelen mükemmel olmaya çalışırken sadece kendini zorluyorsun, kendi kendine rekabeti koyuyorsun değil mi? Bunu nasıl düzenleyebilir anneler? Yani bu siz bunun için ders veriyor musunuz?

Eda: Anneler babalarla çalışıyoruz tabii. Anneler babalar için mindfulness programlarım var. Uzun bir dönem pandemiden önce Kadıköy Belediyesi'yle ortaklaşa çalışıp onlara programlar düzenlemiştik. Önce kişinin kendisinden başlıyor. Yani anne baba eğitimlerinde de genellikle şey diye geliyorlar “ipuçları verecek, tavsiyeler verecek” yok öyle bir şey. Her çocuk farklı, her anne, her baba da farklı. İlişkiler bambaşka. Kişinin kendisine iyi gelecek şeyi yapması gerçekten önemli. Yani şunu söylemek istiyorum. Şimdi eğer Bartu, Lego oynamayı çok seviyorsa ve siz Lego'yla hiç aranız yoksa, sırf Bartu mutlu olsun diye lego oynamak zorunda değilsiniz sizin de sevdiğiniz bir şeyi ortak yapabilirsiniz. Anlaşma yapabilirsiniz. Yani sıkılarak böyle öf, püf diyerek, hiçbir anlamı yok, telefona bakarken bir yandan ya da işte bir şey yetiştirirken ya da böyle ekran, televizyon falan, bir şey açık orada öfleyerek yapmanın hiç yapmayın daha iyi.

Sylwia: Hatta hissediyor.

Eda: Tabii ki hissediyor. Hiç yani beden orada da içeride kimse yok şeklinde. Şunu hep söylüyorum ben. Annelere de babalara da. Öncelikle çocukla oyun oynarken çocukla vakit geçirirken önemli olan sizin çok eğlenmeniz. Sizin çok keyif almanız bu her neyse çünkü çocuk bunu hissediyor, çocuk bunu biliyor. Çünkü aradaki bağ böyle güçleniyor. Öfleyerek yaparak değil.

Sylwia: Demek kendimiz ilişkimizde mutlu olmamız lazım.

Eda: Kesinlikle öyle, mutlu olmamız lazım tabii bunu tekrar söylüyorum. Mucizevi bir şekilde olmuyor. Sihirli bir değnekle kesinlikle olmuyor. Bunlar zaman istiyor. Şimdi pek çok kişi bunu ilk duyduğunda yok artık nasıl? Benim istediğim şeyleri mi yapacağız? Diye düşünüyor olabilir. Ufak ufak zamanla beş dakika seninki beş dakika benimki. Bir sürü böyle pazarlık teknikleri kullanılabilir. Ve iki tarafta birbirini ve kendisini neyi mutlu ettiğini keşfederek böyle bir ilişki kurabilir. Sabır göstermek, kararlı bir şekilde devam etmek ve her seferinde nezaketle yaklaşmak, duruma, olaya, kendi hissettiklerine diğer kişinin hissettiklerine bence mükemmel; şu an olan ve olmayan her ne ise mükemmel. Belki bunu böyle kabul etmek daha kafayı rahat tutuyor.

Sylwia: Süper. Ben biliyorsunuz sonsuza kadar gidebilirim ama son soru sormak istiyorum. Çünkü siz de anlarsınız siz de annesiniz. Şimdi mutlu çocuk nasıl büyütebiliriz? Şimdi liste istiyorum :D Anneler şimdi siz onu yazdırıyorsunuz bir de tik koyuyorsunuz.

Eda: Mutlu çocuk nasıl büyütülür? Var mı bunun bir formülü acaba reçete dur bakayım şu kadar saat uyku şunları şunları yedirmek işte değil mi? Anne mutlu olunca çocuk da mutlu oluyor.

Sylwia: Nokta. Reçete bu işte. Arkadaşlar şimdi bunu yazdırıyoruz. Duvara koyuyoruz. Ben ona çok inanıyorum. Neden çok inanıyorum? Gerçekten ben bebekler için yapmadım. Gerçekten yapmadım. Ben dedim bu çocuk uyuyunca ben de uyuyacağım. Biliyorsunuz mutfakta aspiratörün altında altı ay uyudu çocuk. O yüzden dedim yani gerçekten bu çocuklar uyuyunca bu anneler kendi vakitlerini istedikleri kadar kullanabilirler. Veya eşleriyle bir çay içebilirler. Veya uyuyabilirler çünkü bu da çok önemli. Veya yani bilmiyorum istediklerini yapabilirler. O yüzden buna çok inanıyorum. Mutlu anne, mutlu bebek bir de mükemmel olmaya çalışmayın.

Eda: Mükemmel diye bir şey yok!

Sylwia: Ama biz onu çok seviyoruz.

Eda: O ayrı. Şunu da söylemek istiyorum. Şimdi çok annelerden bahsettik ancak. Kurumlar ne kadar güzeldir ki mesela pandemiyle birlikte anne baba eğitimlerini de ajandalarına almaya başladılar. Ve her dönem birazcık daha fazla artıyor. Anne baba eğitimi almak isteyen kurumlar ve ne artıyor biliyor musunuz? Katılan baba sayısı.

Sylwia: Çünkü o anneler için daha fazla destek var babalara bu kadar destek yok. Söylemek istiyorum bunu.

Eda: Babaların da ilgisi artıyor. Arayış içerisindeler. Güzel şeyler bunlar.

Sylwia: Ben size şirketin bir sırrını söyleyebilirim bizim web sitemize yüzde elli babalar giriyor.

Eda: Şahane.

Sylwia: Evet bir de blog postlar, erkekler yüz de elli, gerçekten erkekler okuyor. O bizi de şaşırttı. Çünkü biz genellikle sadece kadınlar giriyor diye düşündük. İstatistiklere bakarak gerçekten fark ettik. Yani yüzde elli babalar giriyor.

Eda: Çok güzel, güzel haber bu.

Sylwia: Eda Hanımcığım size gerçekten çok teşekkür etmek istiyorum. Çünkü yayın boyunca çok değerli bilgiler paylaştınız. Ve inan bana bu muhtemelen bizim son podcastimiz değil. Eminim bizim uykucuların bu kadar iyi sorular olacaktır. Gerçekten çok önemli bir konu ve herkesin ihtiyaç olan bir konu. O yüzden şu anda tekrar teşekkür etmek istiyorum. Ve sevgili uykucular eğer Eda Hanım'a daha fazla sorunuz varsa ya da merak ettikleriniz varsa sorularınızı Instagram uykucular kasabından ya da web sitemizden iletebilirsiniz. Eda Hanımcığım çok teşekkür ederim tekrar.

Eda: Ben teşekkür ederim.

Sylwia: Çok keyifliydi, çok sağ ol.

Eda: Teşekkür ederim.

Sylwia: Görüşmek üzere

İlginizi Çekebilecek İçerikler

View all
  • Biri Bebeklerde Uyku Eğitimi mi Dedi? | Rabia Gürbüz

    Biri Bebeklerde Uyku Eğitimi mi Dedi? | Rabia Gürbüz

    Uykucular'ın bu bölümünde Rabia Gürbüz bizimle! Uyku eğitimi ve bebeklerde uyku rutinleri konusunda bizimle tüyolar paylaşıyor. Sen de kaçırma!
  • aralıklı oruç

    Aralıklı Oruç Uyku Sağlığımızı Nasıl Etkiler? | Müge Aksu Beyazıt

    Uykucular Podcast'in ilk bölümünde Uzman Diyetisyen Müge Aksu Beyazıt, 'aralıklı oruç' konusunda sorularımızı yanıtladı. Dinlemeyi unutmayın!